27 Mayıs 2009 Çarşamba

İyi ki blogger oldum, sizleri tanıdım

Ne kadar mutlu ettiniz beni bilemezsiniz, aranmazsam, kutlanmazsam üzülmem, kırılmam, ama aranıp, mesajlar alırsam da çoook mutlu olurum ne yalan söyleyeyim.

Hepinize çok teşekkür ediyorum, iyi ki blog oluşturmuşum da sizleri tanımışım, ne mutlu bana ki sizin gibi dostlarım var, keşke hepinizi tanıma imkanım olsa.

26 Mayıs 2009 Salı

İyi ki doğdum, Cem'in annesi oldum

Yaş 35 olur da Cahit Sıtkı Tarancı anılmadan olur mu ? Olmaz. Ama şiiri okuduğumda ak düşmüş saçlardan, çizgilerden ve gözün altındaki morluklardan bahsediyor, “Nerde o günler, o şevk, o heyecan” diyor. Allah Allah bu bahsettiklerinden hiçbiri bende yok ama :)

Geçen sene ne yazmışım dedim : “Yolun yarısına 1 kaldı. Yaş kemale erdi, iyi oldu iyi. Bir olgunluk çöktü bana dün :)” demişim. Kalan 1 de uçup gitti, yaş kemale ermiş, olgunluk çökmüş, iyi de ruhum hala pek genç, pek neşeli, pek heyecanlı. İyisi mi sayıları takmamalı keyifle yaşamaya devam etmeli. Yolun yarısına geldiğimden Cumartesi gününden beri kutluyoruz :) Reha çok çalıştı, çok önem verdi, hediye, kart, yemek, çiçek, pasta. Ayy çok güzeldi hepsi.

Kutlayanlara, hatırlayanlara, herkese çok teşekkür ediyorum. Ebrucuğum dünkü yazısını bana ayırmış, nasıl şaşırdım ve nasıl mutlu oldum anlatamam.

Reha, Cem adına çiçek yollamış, çok mutlu oldum, Cem’den aldığım 2. çiçek bu, daha önce parktan kopardığı sarı minik çiçeği getirmişti bana, pompik avucuna sakladığı çiçeği bana vermek için avucunu açtığında, ezilmiş çiçeği görünce pek gülmüştüm, ezik çiçek kurudu, saklıyorum.

Akşam kapı çaldı, gelen kişi beni sordu, koştum kapıya, elinde vazo içinde kırmızı güller, Reha bana baktı, ben ona, şaştık kaldık. Reha’dan değil peki ya kimden ? Nevracığım göndermiş, meğer gün içinde beni arayıp ne yapıyorsun dediğinde, akşam evde misin diye sorduğunda çiçeğin gelip gelmediğini kontrol ediyormuş :)

Sonrasında Cem’le pastamızın mumunu üfledik, yaktık, üfledik, yaktık, üfledik…..

Gelelim Cem Boy’a, kendisi antibiyotik sayesinde iyileşme yolunda ilerliyor, mızmızlığı, huysuzluğu azaldı. Ayyy şu hastalık ne kadar değiştiriyor, huyu suyu tepe taklak oluyor, neyse ki çabuk eski haline dönüyor, kalıcı olmuyor.

Kelimeleri arttı, çenesi pek düşük durmadan bir şeyler söylüyor, hatta şarkı söylüyor, melodileri oldukça başarılı. Arabayla bir yere giderken müziği açıyorum, hem araba kullanıp hem şarkı söylüyorum, o da hem etrafı izleyip hem de şarkı söylüyor, hatta abarttı, araba koltuğuna oturur oturmaz “nay nay” diyor :)

Televizyon izlemiyor, ilgisini hiç çekmiyor, iyi mi kötü mü bilmiyorum, araştırmalarım izletmeyin diyor, ama bir yandan da izleseydi oyalanırdı diye düşünüyorum. Kitap kurdu da sayılmaz, neyse ki yeni kitapları arasında “Taşıtlar” kitabı favorisi, onu kendisi de alıp bakıyor, bize “ıtak”, “ayaba” diye gösteriyor, hem de birisi ona gösterdiğinde mutlu oluyor, aldığım masal kitaplarını okumaya başladığımda hala birkaç dakika dinleyip sonra başka eğlencelere yelken açıyor.

Şu tencere tava olayı ne olacak bilmiyorum, akşam eve girdiğimde hemen elimden tutup mutfağa götürüp mama mama diyor, yani tencere ve kaşık istiyor, tencerenin kapaklı olması da mecburi, okudum, araştırdım her çocuk bunu yaparmış, ama Reha karşı ne gerek var kız çocuğu mu bu diyor, evet de geçecek dönemsel bu diyorum, ikna edemiyorum, bir yeni dönemsel aktivitesi de elindekileri fırlatmak, eskiden sinirlendiğinde yapardı, elinde ne varsa atardı, şimdi her an yapabiliyor, en son dün akşam fırlattığı pil gözümün altına isabet etti :)

Tüm bunların içinde bizi en çok zorlayan araba kullanma isteği, araba koltuğunun emniyet kemerini çıkardığımız an kendini ön koltuğa atıp direksiyon başına geçiyor, direksiyonu çeviriyor, vitesi ileri geri itmeye çalıyor, el frenini indermeyi deniyor :). Veee biz onu oradan almaya kalktığımızda kıyamet kopuyor. Bunun geçici bir uğraş olmadığını biliyorum ve çözüm yolu aramıyorum, çünkü yok, çünkü genlerinde var.

Böyle işte, ben oldum 35, çocuğum oldu 19,5 aylık, bizi deniyor, hayatı öğreniyor, ben yaşlanıyorum, ama ruhum genç, Reha kır saçlarıyla zaten yaşlı :), ama her şey çok güzel :)

21 Mayıs 2009 Perşembe

Gezelim, görelim, çocuğumuzu hasta etmeyelim

Konuyu kapsayan bir başlık bulmaya çalıştım bu çıktı. En sevmediğim iş başlık bulma. Neyse bu kez de yazdım birşey işte. Bu aralar yine yazasım yok, gelmiyor pek içimden nedense. Özet geçeyim dedim bol resimli.


Cem hasta pek fena. Öksürük ardından yüksek ateş ve yine tıkanan bronşları var çocuğumun. Hırıltılar yine başladı, geceleri yine acil serviste buluyoruz kendimizi. Düzelecek biliyorum ama yaşarken yani o ciğerleri çıkacak gibi öksürür, alev ateş yanar ve her nefes alışında hırıldarken içim acıyor. Ateşi düştüğü zamanlarda pek enerjik oynuyor, tırmanıyor, haşarılık yapıyor ama yükselince kafasını kaldıramıyor mırıl mırıl mırıldanıyor. Diyorum ya biliyorum geçecek, düzelecek benim küçük adamım.

Cumartesi bir araya geldik, Gökşen ve Ebru'nun çabalarıyla. Cem'in uyku saati ve beklediğim misafirlerim nedeniyle çok fazla kalamadık ama kaldığımız sürede pek keyifli vakit geçirdik. Çocuklar oyun odasında, biz bahçede. Ayy pek güzeldi, devamı gelmesini umarak ayrıldık oradan Cemtos ile.

Pazartesi Reha ve ben izin aldık, daha önce Cem'den çok önce yaptığımız İstanbul'u gezme turlarına devam edelim dedik, Cem'le zor olacağını düşündüğümüzden onu almadık yanımıza, büyüsün öyle.

Reha'nın iş yerinden arkadaşlarıda katıldı bu geziye, kalabalık olunca çok keyifli oldu. Vapurla Eminönüne geçip başladık yürümeye Mısır Çarşısı, Sirkeci, Cağaloğlu, Sultanahmet, Çemberlitaş, Beyazıt Meydanı, Süleymaniye....

Bu resim Sultanahmet'teki Yeşil Ev'de verdiğimiz kahve molasından

Öğle yemeği için uğradığımız Darüzziyafe, Osmanlı yemekleri sunuluyor. Ben Zeytinyağlı tabağı yedim, bayıldım, hergün gidip yiyebilirim.

Sonra Kapalıçarşı cıvarındaki Han'ları gezelim dedik, Valide Han ile başladık. Han izbe ve terkedilmiş gibiydi. Bir amca geldi yanımıza Han'in görevlisiymiş, isterseniz yukarı çıkabilirsiniz dedi. İyi çıkalım bakalım dedik.

Bu kapıdan girdik,

Bu merdivenlerden çıktık yukarıya,

Allah allah kubbelerin bolca bulunduğu çatıdayız, ama ufak bir manzara ve kubbeler dışında pek birşey yok,

Amca seslendi, ileri gidin ileri, gittik

Ve anladık ki bu enfes manzaraya göndermiş bizi.



Şimdi işteyim, aklımın büyük kısmı Cem'de aslında sık sık telefonla bilgi alıyorum ama yine de yanında olmak isterdim, bir kısmı kardeşim de, bir kısmı İlkay'da bir kısmı Ebru'da. Ve kalan kısmı burada çalışmaya çalışıyor.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Anneler Günümüz...

Haftasonunun en önemli olayıydı Anneler Günü. Pazar sabahı Cem hediyemi verdi, yanında da bir kart, anneler günümü kutlayan, Reha; annesine, anneme, anneanneme, bana ve hatta Selin'e bile kartlar hazırlamış. Çok güzel olmuş çooook.

Kahvaltı ardından hazırlandık ve çıktık, Cumhuriyetköy'deki Beyaz Bahçe'ye gittik, tüm anneler ve çocukları :)

Ohhh pek keyifli oldu, Reha mangal başında oldukça terledi, ama değdi doğrusu. Cem çok keyif aldı tüm sevdikleri yanında, kimi zaman mabaannesi, kim zaman annanesi, kimi zamanda tiyze'si peşinden koştu Cem'in.

Su tabancası eline büyük geldiğinden o ıslatamadığı için annesi ıslattı diğer aile fertlerini

Eline bir çubuk alıp onu yerlere vura vura gezdi etrafta küçük ağa.

Aşçıbaşı ile elele tutuşup gezmek istedi, ama aşçıbaşı pek ilgilenmedi bu teklifle :)

Eşek gördü, şaştı kaldı, hele bir de gerçek olup aaa iii deseydi ne yapardı acaba ?

Sessizce sandalyeye tırmanıp masadan gözlük, cep telefonu yürütme teşebbüslerinde bulundu

Babasının omuzlarında, elinde yine çubuk şımardı durdu

Motor'a bindi, ınn ınnn

Yorgun düşüp baba omzunda uyuklayan Cemtos

Tüm sevdiklerim; anneler gününüz kutlu olsun, niceleri olsun...

5 Mayıs 2009 Salı

Zaman uçmaaaaaaaaaa

Aşağıdaki ilk resim 20 Nisan 2008 tarihli Özgürlük Parkında çekilmiş, annesi tarafından kollarından tutulmuş Cem ayakta durma çabası gösteriyor, ikinci resim ise 1 Mayıs 2009 yani 1 yıl sonra, Cem tek başına özgürce çimlerde geziniyor. Sonuç : Zaman kuş gibi uçup gidiyor.



Çuf Çuf Çuf...

Tatiller hızla geçiyor, bende mi bir beceriksizlik var zamanı güzel kullanamıyorum yoksa Cem’le zaman su gibi mi akıp geçiyor bilemiyorum, ama bana yetmiyor, 3 gün tatil 3 saat gibiydi, bir de 3 gün Cem’le olunca sürekli Pazartesi eziyet gibi geliyor, öğlene dek Cem’i düşünüyorum. Biran evvel akşam olsun eve gideyim diyorum.

1 Mayıs güneş’in kendini gösterdiği saatlerde ne yapsak nerelere gitsek, nerelerde olay yoktur derken hadi Özgürlük Parkına gidelim dedik. Amannn geçen sefer hava çok iç açıcı olmadığından gayet sakin olan park bu kez çok kalabalıktı, oyun alanında çocuklar altalta üst üste olunca indirmedik Cem’i arabasından. Etrafta biraz yürüyüş yaptık.

Parkta çocukların binip 2 tur attığı bir tren var, mabannesiyle :) trene bindi, çuf çuf çuf 2 tur attı, her bizim önümüzden geçişte neşeyle el salladı, tren durunca pek bozuldu.



Sonra Cem’i saldık çayıra :) Ooooo kendine kız arkadaşlar buldu hemen, vakit kaybetmeden sarıldı onlara :) Çapkın olacak kesinnnn. Oturdu, oturdu, kalkmadı, çünkü kalkamadı. İstedim kendi kalksın ama yok ellerini halaaaa çimlere değdirmiyor, ama sonunda tarifi zor bir şekilde uğraştı etti kalktı.


Keyifli bir gün geçirdik, hava tamamen düzelse, daha gitmek istediğimiz çook yer var, sabırla gelemeyen baharı bekliyoruz.

Bu arada Bye bye demesini öğrendi, sabah evden çıkarken sarılıp öpüşüyoruz, teletubbies'ler gibi hadi "sıkı sıkı sarılalım" diyorum, sarılıp öpüşüyoruz, sonra el sallayıp "baabay" diyor bize :)


Şimdilik baabay.